Karne çocuğumuzun hayatını kabusa çevirmesin…
Yine bir ders yılının sonuna geldik. Çocuklarımız ve ailelerini tatlı bir karne heyecanı sardı. Son yıllardaki karne heyecanı artık eski yıllardakinden çok farklı. Aileler çocuklarının sınavlarda aldıkları notları, devamsızlıklarını tek tuşla öğrenebiliyorlar. Son senelerde aileler karne heyecanından çok lise ve üniversiteye geçiş sınavlarına odaklanmış durumdalar. Aslında herkes o eski karne heyecanını özlüyor.
Tanım olarak bakacak olursak karne, her öğretim yılı sonrasında öğrenciyi ve ailesini bilgilendirme amaçlı verilen, öğrencilerin ders başarı puanlamalarını gösteren bir belgedir. Her aile için karnenin farklı anlamı vardır. Aileler daha çok çocuklarının kaç zayıfı, kaç beşi olduğunu, ne kadar okuldan kaçtığını, öğretmenin ne yazdığını merak ederken çocuklarımız karneye daha çok duygusal açıdan bakarlar. En çok kendilerine sordukları sorular ‘’aileme layık olabildim mi, arkadaşlarımı geçebildim mi‘’ sorularıdır. Aslında bu soruları, çocuklarının beynine ebeveynler işler. Onları kendi haline bıraksak karneye biz ebeveynler gibi bakmazlar. Ebeveynler olarak çoğu zaman çocuğumuzun duygularını ve düşüncelerini geri plana bırakarak bir yarışın içine girdiğimiz ve hırslarımız içinde boğulduğumuzu fark etmeyiz. Neden, niye sorularımızı çocuğumuza yöneltmeye başlarız. Falanca filanca arkadaşının karnesi nasıl sorularıyla çocuğumuzu unuturuz. Aslında karne sadece çocuğumuzun ders başarı puanlamalarını gösteren bir belgedir.
Kimi aileler karnenin zeka göstergesi olduğunu düşünerek büyük bir yanılgıya düşmektedirler. Yani karne notları yüksek olan bir çocuk zeki ya da düşük olan çocuk zeki değildir kararına varmak yanlıştır. Çünkü karnedeki puanları bir çok faktör etkilemektedir. Başlıca faktörleri sıralayacak olursak çocuğumuzun zeka kapasitesi, aile ortamı, okul ortamı ve psikolojik durumudur. Bu faktörlerin hepsini birarada değerlendirmek gerekir çünkü hepsi birbirine bağlıdır. Bunların herhangi birindeki sorun diğerlerini de etkiler. Örnek verecek olursak zeka kapasitesinde düşüklük olan çocuğumuz dersleri dinlemekte, anlamakta zorlanır ve uzun vadede özgüvenini kaybeder, arkadaşları tarafından dışlanabilir, öğretmen o çocuğa özel zaman ayırmakta zorlanabilir. Sonuçta çocuğumuz bir kısır döngüye girer ve okula gitmek istemez veya okuldan kaçmaya başlar. Yukarıda saydığımız faktörlerden zeka kapasitesini değiştirme şansımız olmasa da diğerlerini düzeltme şansımız vardır. Bu sebepten her çocuğu çok boyutlu olarak değerlendirmemiz ve nerede sorun olduğunu iyi tespit etmemiz gerekir. Bu faktörlerin sadece bir tanesine odaklanmamız da bizi gerçek bir değerlendirme yapmaktan uzaklaştırır. Bazı aileler kendi aile ortamını ya da çocuklarıyla ilgili faktörleri görmezden gelerek sadece okul ve öğretmenle ilgili olumsuzlukları göz önünde bulundurur, bu da yanlış değerlendirme yapmalarıyla sonuçlanır. Gerçek nedeni gözden kaçırdığımızda ya da görmezden geldiğimizde başarısızlık kaçınılmazdır.
Karneyi etkileyen en önemli faktörlerden birisi de çocuğun içinde bulunduğu psikolojik durumdur. Aslında her çocuğun sorunu olsun ya da olmasın psikolojik açıdan muayeneden geçmesi önemlidir. Ülkemiz koşullarında çocuk psikiyatrisine bakış günden güne olumlu yönde değişmektedir. Çoğu zaman atladığımız basit bir detay uzun vadede çocuğumuzun psikolojisini daha kötü yönde etkilemektedir. Ebeveynler çoğu zaman sorunu basite indirgeme ya da görmezden gelme yolunu seçerler. Karne aileleri uyarma açısından çok önemli bir araçtır. Ebeveynin görmezden geldiği sorunu tekrar gündeme taşır ancak bazen bu bile yeterli olmaz ve gelecekte düzelir diye sorun ertelenebilir. Bazen o kadar ertelenir ki çocuk okulu bitirmesine rağmen sorun görülmez. Genelde notlardaki düşüş yavaş yavaş olduğundan aileler de bu durumu kabullenmeye başlar ve sorun göz ardı edilir. Çocuk psikiyatrisinde en önemli konulardan biri diğer tıp branşlarında da olduğu gibi erken tanıdır. Erken tanı sorunlar büyümeden ve karmaşık hale gelmeden önce müdahale etme şansı verir. Gebelik ve hamilelik sürecinde sorun yaşayan, gelişim basamakları zamanında olmayan örneğin 1 yaşında konuşmaya ya da yürümeye başlamayan, kreş ya da anaokulunda öğretmenleri tarafından sorun olduğu söylenen her çocuk okul öncesi psikolojik değerlendirmeden geçmelidir. Ailelerin büyük kısmı falanca komşunun ya da akrabanın çocuğunda da sorun vardı büyüyünce geçti aldanmasına kapılıp sorunlardan kaçmayı tercih ederler. Çoğu zaman ebeveynler son noktalardan biri olan okuma ve yazmada zorlanan çocukları çocuk psikiyatri kliniklerine getirmektedir. Bu süre bile bazen çok uzamaktadır. Ailelerin sorunu çevresel faktörlerde (öğretmen ilgisizliği, öğretmenin kızması, başka çocuklardan etkilenme, okulun fiziksel koşulları, eğitim müfredatı gibi..) aramalarına rağmen okuma ya da yazmada gecikmenin çevresel faktörlerle çoğu zaman ilgisi yoktur. Okuma veya yazmadaki gecikmenin en sık nedenleri zeka kapasitesindeki sorun, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ve özel öğrenme bozukluklarıdır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar eğer zeka kapasiteleri normal ya da üstündeyse okuma ve yazmada gecikme yapmaz; ancak eksik yazma, harf karıştırma, hızlı ya da yavaş okumaya yol açabilir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu çoğu zaman yavaş yavaş karnedeki notlarda düşüşe sebep olur. Daha ileri yaşlarda ise davranım bozukluğu, depresyon, madde ve alkol bağımlılığı, sınav heyecanı ile kendisini gösterir. Özel öğrenme bozukluğunda da dikkat eksikliği ve belli alanlarda öğrenmede zorluklarla kendisini belli eder. Çocuğumuzun bazı dersleri iyiyken bazı dersleri çok kötüdür. Zeka kapasitesi yüksek olan çocuklarda dikkat eksikliği ve öğrenme güçlüğü çoğu zaman aileler ve öğretmenler tarafından fark edilmeyebilir. Buradaki en önemli nokta her çocuğa kendine özgü değerlendirme yapmaktır. Karneyi etkileyen bir diğer sorun da kaygı bozukluklarıdır. Sosyal fobisi, ayrılma kaygısı, performans kaygısı, yaygın kaygısı ve takıntıları olan çocukların da hem ders başarısı hem de arkadaşlık ilişkileri bu kaygılardan dolayı bozulur. Sosyal fobisi olan çocuk kendine güvenmediği , ayrılma kaygısı olan çocuk aklı hep ailesinde olduğu, performans kaygısı olan çocuk yanlış yaparım korkusu ile, yaygın kaygısı olan çocuk sürekli zihni bir yerlere takıldığı, takıntısı olan çocuk takıntılarıyla meşgul olduğu için dersleriyle ilgilenemez ve sonuçta dersleri bundan olumsuz etkilenir. Aslında yukarıda bahsettiğimiz bu sorunlar sadece dersleri değil çocuğun gündelik hayatını ve özgüvenini de olumsuz etkiler. Karneler bu sorunları gündeme getirdiği için çok önemlidir. Yani çocuğumuzun nasıl daha mutlu, kendine güvenen bir birey olması için bize yol gösteren bir araçtır. Karnelere hep bu bakış açısından bakmalıyız.
Karnedeki bütün derslerin beş olması demek de çocuğumuzda her şeyin yolunda gittiğini göstermez. Çocuğumuzun zeka kapasitesinin yüksek olması çocuğumuzun yaşadığı sorunları görmemizi engelleyebilir. Zeka kapasitesi yüksek olan çocuk kendiliğinden yaşadığı sorunları kısa vadede çözebilir ancak üstündeki yük biriktikçe yaşadığı sorunlarla baş etmesi zorlaşır. Zeka kapasitesinde sorun olan çocuklarımız ise; aslında okul öncesi dönemlerde de kendisini belli eder ama çoğu zaman aileler gerçekle yüzleşmekten kaçınırlar ve sorun yok gibi davranırlar. Ancak eğitim hayatı başladığında bu çocuklarımız okula gitmek istemez, okuma ve yazmakta zorlanırlar. İlerleyen sınıflarda derslerde zorlanma giderek artar ve bu da karneye yansır. Genellikle okul hayatları zeka kapasiteleriyle orantılı olarak erken sonlanır. Aileler çoğu zaman durumun farkında olsalar da gerçekle yüzleşmek istemez ve bu sorunu başka nedenlere bağlarlar.
Karnedeki puanları etkileyen bir diğer faktör de aile ortamıdır. Aslında hiç sorunsuz bir aile ortamı çoğu zaman mümkün değildir. Hemen her ailede zaman zaman ufak tefek tartışmalar yaşanır. Kısa süreli ve şiddet içermediği sürece çocuk bu durumlarla kendi başına baş edebilir. Boşanma, ilgisiz ebeveyn, psikolojik sorunları olan ebeveyn, maddi ve manevi yetersizlikler çocuğumuzu en çok etkileyen nedenlerdir. Boşanma öncesi ve sonrası dönemdeki psikolojik durum da ders başarısını çok etkiler. Ortamı değişen çocuğumuz okul yaşantısının da dahil olduğu uyum sorunları yaşar. Uyum süreci sonrası çocuk derslerini toparlamaya başlar ama bu genelde çocuğun tek başına baş edebileceği bir süreç değildir. Çoğu zaman boşanma olsa da ebeveynler arasındaki sorunlar devam eder ve aileler sorunları çocuklar üzerinden halletmeye çalışabilirler. Bu da çocukları olumsuz şekilde etkilemeye devam eder. Kimi çocuklarda maddi yetersizlik notlarda yükselmeyle sonuçlanırken bazı çocuklar bu durumdan daha kötü etkilenir. Genelde maddi yetersizliğin etkisi çocuğun karakteristik özelliklerine göre değişir. Manevi yetersizlikler ise her zaman çocuğumuzu kötü şekilde etkiler. Ebeveynlerinde şizofreni, duygu durum bozukluğu gibi işlevselliği kötü etkileyen ebeveyn hastalıkları bulunan çocukların aile ortamı da aynı şekilde çok kötüdür. Çocuklar ister istemez bu durumdan etkilenirler.
Peki biz ebeveynler olarak ne yapmalıyız? Ailelerin çocuklarına verecekleri en güzel mesaj ‘’sana olan sevgimi karnen de dahil olmak üzere hiçbir şey azaltamaz’’ olacaktır. Genelde aileler böyle bir mesajı tehlikeli bulur ve çocuğu tembelliğe ve şımarıklığa teşvik edeceğini düşünürler. Sevgi çocuğu şımartmaz, aksine kendine olan güvenini, girişkenliğini ve cesaretini arttırır. ‘’Eğer zayıf alırsan, ders çalışmazsan, dediğim gibi yapmazsan ben de bir daha seni sevmem’’ gibi yaklaşımların, en büyük ihtiyacı ebeveynleri tarafından sevilmek ve onaylanmak olan çocuk için ne kadar tahripkar olacağı tahmin edilebilir. Daha da kötüsü çocuk kendi zihninde sevgi=başarı olarak kodlar ve hayatında yaşadığı her başarısızlıkta büyük bir korku ve suçluluk hisseder. Başarısızlıklar çocuk ve erişkin hayatında öğrenme ve gelişme açısından başarılar kadar önemlidir. Ancak başarısız olduğunda sevilmeyeceğini düşünen bir çocuk bir süre sonra başarısızlığa düşmemek için hiçbir şey denemez ve daha az öğrenir. Bilmediği belli olmasın diye öğretmenine daha az soru sorar, eksik ya da yetersiz cevap vereceği korkusu ile bildiği halde sorulan soruyu yanıtlamak için isteksiz olur. Hatta bazen sınavlarda çok az bile şüpheye düştüğü soruları yanıtlamak istemez ya da sadece çok emin olduğu bilgileri yazar ve tam bilgisini gösteremediği için beklenin altında notlar alabilir. Çocuğa yaşıyla uygun olarak eğitimin önemi ve üzerine düşen sorumluluklar anlatılmalı, zorlandığı alanlarda çocuğa KILAVUZ olunmalıdır. Çocuğun yaşadığı bir sıkıntıya ‘’eyvah, felaket, nasıl olur, olmamalıydı ‘’ gibi yaklaşımlar yapıcı olmaktan uzaktır. Çocuğa ‘’sorunlar karşısında paniğe kapılmalısın ‘’ mesajı iletir. Çocuklar beden dilini biz yetişkinlerden daha iyi bilirler. Eğer çocuğumuzdan herhangi bir davranışı yapmasını bekliyorsak biz de o şekilde davranabilmeliyiz. Yine yaşanan bir zorluk karşısında çözüm arayışına girmeyip bir suçlu aramak çocuğa ‘’sen de sorunlara bu şekilde yaklaş’’ demektir. Bir süre sonra çocuğun yaşı büyüdükçe o da başarısızlıklara aynı şekilde ‘’öğretmen güzel anlatamadı, siz bana istediğim cep telefonunu almadınız moralim bozuktu ‘’ gibi bahaneler bulmayı öğrenmeye başlar. Aslında ebeveynlerin biraz da içten içe karneyi kendi başarıları ya da başarısızlıkları olarak görme eğilimleri olur, bunu belli etmeseler de. Her ebeveyn karne döneminde çocuğunun karnesi iyi ya da kötü olsun kendilerinin başarıya atfettikleri değerler neler, kendi ebeveynlerinin başarıya atfettikleri değerler nelerdi diye gözden geçirmelerinde fayda vardır. Çünkü bizler kendi ebeveynlerimizin davranışlarından etkileniriz ve özellikle stresli anlarda aslında o şekilde davranmayı hiç istemesek bile otomatik olarak, farkına varmadan kendi ebeveynlerimizle aynı davranışları sergileyebiliriz. Anne babalar artık kendi çocuklarına sahip olduklarında kendi ebeveynlerinden beğendikleri davranışları alıp beğenmediklerini dışlayarak kendine has yeni bir anne baba tutumu geliştirmelidirler. Kötü bir karne geldiğinde ‘’böyle bir sorunla karşı karşıyayız, öncesinde ne gibi yanlışlarımız oldu da bu durumla karşılaştık ve bundan sonra bu durumu düzeltmek için neler yapabiliriz’’ düşüncesi ile anne, baba, çocuk durum değerlendirmesi yapmalı, gerekirse sınıf öğretmeni, rehber öğretmene danışılmalı ve ihtiyaç varsa ruh sağlığı profesyonellerine başvurulmalıdır. İyi karne geldiğinde ise abartılı davranışlarda bulunmaktan ya da çocuğa ‘’ en akıllı sensin, süpersin, mükemmelsin’’ gibi gerçekçi olmayan övgülerden uzak durmalı ‘’ karnen iyi olduğu için çok mutluyum, seninle gurur duyuyorum’’ ve en önemlisi ‘’ çok çalıştığın ve gereken çabayı gösterdiğin için emeğinin karşılığını aldın’’ şeklinde yaklaşılmalıdır. Çocuğa çabanın ve emek vermenin önemi ve değeri vurgulanmalıdır. Çünkü çocuğun, yetişkin hayatında en çok ihtiyaç duyacağı şey mükemmel bir karneden ziyade bir şeyler için çaba harcayabilmektir. Yine bazı aileler çocuğa ne kadar zeki olduğunu vurgulamak (aslında içten içe kendisinin de ne kadar zeki olduğunu vurgulamak ) için ‘’aferin sana falanca arkadaşın senden daha çok çalıştığı halde senin notların ondan daha yüksek sen daha akıllısın’’ gibi sözler söylerler. Bu da yine çocuğa çabalamanın kötü olduğu, en iyi başarının çabalamadan elde edilen başarı olduğu mesajını verdiği için çok tehlikelidir. Çünkü çocuk derslerinde en ufak bir zorlukla karşılaşsa zekasından şüpheye duymaya başlar, moral bozukluğu yaşar ve çalışma motivasyonu azalır. Çabalayarak elde ettiği her başarıda yeterince zeki olmadığını düşünerek mutsuzluk yaşar.
Sonuç olarak; nihai amacımız eğitimlerini ve kişisel gelişimlerini destekleyerek çocuklarımızın hayatından memnun, mutlu ve bağımsız bireyler olmalarında elimizden geldiğince yardımcı olabilmektir. Bu amaçlara ulaşmakta tek önemli faktörün karne ve okul başarısı olmadığı unutulmamalı, iyiliğini ve mutluluğunu her şeyin önünde tuttuğumuz çocuklarımızı hataları ve başarısızlıkları ile yargılamak yerine olumlu ve güzel davranışlarına, karakter özelliklerine odaklanıp bu yönlerini geliştirmeleri konusunda cesaretlendirmeliyiz.